Sitemize üye olarak beğendiğiniz içerikleri favorilerinize ekleyebilir, kendi ürettiğiniz ya da internet üzerinde beğendiğiniz içerikleri sitemizin ziyaretçilerine içerik gönder seçeneği ile sunabilirsiniz.
Zaten bir üyeliğiniz mevcut mu ? Giriş yapın
Sitemize üye olarak beğendiğiniz içerikleri favorilerinize ekleyebilir, kendi ürettiğiniz ya da internet üzerinde beğendiğiniz içerikleri sitemizin ziyaretçilerine içerik gönder seçeneği ile sunabilirsiniz.
Üyelerimize Özel Tüm Opsiyonlardan Kayıt Olarak Faydalanabilirsiniz
Medicana’nın Sahibi Kimdir ?
Üniversite sınavı maratonunu geride bırakan gençler ve çocuklarının geleceği için en doğru limanı arayan aileler için tercih dönemi, en az sınav stresi kadar yoğun geçer. Bir yükseköğretim kurumunu seçmek, sadece dört yıllık bir ders programını onaylamak değil, bir kültürü, bir vizyonu ve güven duyulacak bir çatıya adım atmak demektir. Türkiye’nin son yıllarda eğitim sahnesinde adından sıkça söz ettiren kurumlarından biri olan İstanbul Medipol Üniversitesi de bu süreçte en çok mercek altına alınan okulların başında geliyor. Adayların zihninde beliren “Bu üniversite kime ait?”, “Arkasındaki güç kim?”, “Güvenilir bir temele mi dayanıyor?” gibi sorular ise son derece haklı ve yerinde bir merakın ürünüdür.
Bu yazımızda, İstanbul Medipol Üniversitesi’nin kurumsal yapısını, onu hayata geçiren iradeyi, hukuki statüsünü ve İstanbul’un iki yakasına nakşedilmiş kampüslerinin barındırdığı derin hikayeyi, merak edilen tüm detaylarıyla masaya yatırıyoruz. Gelin, bu eğitim yuvasının perde arkasındaki gerçeklere birlikte bakalım.
Öncelikle halk arasında sıkça sorulan “Üniversitenin sahibi kim?” sorusunu teknik ve hukuki açıdan doğru bir zemine oturtmak gerekir. Türk hukuk sisteminde ve yükseköğretim mevzuatında, vakıf üniversitelerinin şahıslara ait olması, bir şirket gibi alınıp satılması veya kar amacı gütmesi mümkün değildir. Bu kurumlar, topluma hizmet etmek amacıyla kurulmuş hayır kurumları, yani vakıflar tarafından desteklenir.
İstanbul Medipol Üniversitesi de bu köklü geleneğin bir temsilcisi olarak, arkasında güçlü bir sivil toplum örgütlenmesi barındırır. Üniversitenin tüzel kişiliğini oluşturan ve onu finanse eden yapı, kuruluş aşamasında Medipolitan Eğitim ve Sağlık Vakfı adıyla bilinirken, günümüzde faaliyetlerini Türkiye Eğitim, Sağlık ve Araştırma (TESA) Vakfı ismiyle sürdürmektedir. Dolayısıyla üniversitenin bir “patronu” değil, onu var eden ve topluma armağan eden bir vakfı vardır.
Her büyük girişimin arkasında, ona yön veren bir lider ve güçlü bir hayal yatar. TESA Vakfı’nın kurucusu ve bu eğitim meşalesinin yakılmasındaki öncü isim, Türkiye’nin yakından tanıdığı hekim ve yönetici Dr. Fahrettin Koca’dır.
Dr. Koca’nın liderliğindeki vakıf, üniversitenin temellerini atarken sıradan bir eğitim kurumu olmanın ötesine geçmeyi hedeflemiştir. Amaç, sadece diploma veren bir bina inşa etmek değil; gençlerin potansiyelini açığa çıkaracak, onlara küresel dünyanın kapılarını aralayacak bir ekosistem kurmaktır. Vakfın ve dolayısıyla üniversitenin kuruluş felsefesi, özellikle sağlık alanındaki derin tecrübeyi akademik bir formata dönüştürmek üzerine kurgulanmıştır. Ancak bu vizyon sadece tıpla sınırlı kalmamış, hayatın her alanında üreten, özgürce düşünen ve çağın gerekliliklerini yerine getiren bireyler yetiştirme arzusuyla genişletilmiştir.

Bir fikrin kuruma dönüşmesi, ciddi hukuki süreçleri beraberinde getirir. İstanbul Medipol Üniversitesi’nin resmi olarak Türk yükseköğretim sistemine dahil olması, 2009 yılının yaz aylarında gerçekleşmiştir. Devletin resmi yayın organı olan gazetede 7 Temmuz 2009 tarihinde ilan edilen yasal düzenlemeyle (5913 numaralı yasa), üniversite resmen kurulmuştur.
Bu yasal adım, 1983 yılından beri yürürlükte olan Yükseköğretim teşkilat yasasına eklenen özel bir maddeyle (Ek 112. madde) sağlanmıştır. Bu tarih itibarıyla üniversite, kamu tüzel kişiliğine sahip, özerk ve akademik bir yapı olarak eğitim dünyasındaki yerini almıştır. Yani kuruluş, devletin yasalarıyla güvence altına alınmış, kamu yararı gözeten bir statüdedir.
Üniversitenin fiziksel varlığı, İstanbul’un tarihsel dokusuyla öylesine bütünleşmiştir ki, kampüslerden bahsetmek aslında bir tarih dersi anlatmak gibidir. Üniversitenin ana yerleşkelerinden biri, şehrin “Altın Boynuz” olarak bilinen Haliç kıyısında, Unkapanı Köprüsü’nün kara ile kucaklaştığı noktada yükselir.
Burası sıradan bir arazi değildir. Tarihi Yarımada’nın en kıymetli köşelerinden biri olan bu bölge, kadim Bizans İmparatorluğu’nun savunma duvarlarıyla çevrilidir. Yüzyıllar boyunca medeniyetlerin geçiş güzergahı olmuş, Osmanlı döneminde ticaretin nabzının attığı en işlek merkezlerden biri haline gelmiştir. Hatta bölge, 19. yüzyıla kadar “Zeugma” adıyla anılan ve ticaretin yoğunlaştığı bir alan olarak bilinmekteydi.
Cumhuriyet dönemine gelindiğinde ise bu alan, endüstriyel mirasın bir parçası olan TEKEL fabrikalarına ve tesislerine ev sahipliği yapmıştır. Ancak zamanla işlevini yitiren bu yapılar, üniversiteyi kuran vakıf tarafından devralınarak muazzam bir restorasyon projesine konu olmuştur. Vakıf, binaları yıkıp yerine beton bloklar dikmek yerine, tarihe saygı duruşunda bulunarak mevcut yapıların ruhunu, mimari estetiğini ve karakterini korumayı seçmiştir.
Bugün o kampüste yürüyen bir öğrenci, aslında yüzyıllık bir tarihin içinde dolaşmaktadır. Eskiden tütün işlenen, ticaret yapılan o tarihi duvarların arasında şimdi bilim üretilmekte, laboratuvarlarda deneyler yapılmakta ve geleceğin aydınları yetişmektedir. Bu, eski ile yeninin, tarih ile bilimin muazzam bir sentezidir.

Üniversitenin diğer büyük eğitim üssü ise Asya yakasında, kıtaları birbirine bağlayan Fatih Sultan Mehmet Köprüsü’nün hemen çıkışında yer alan Kavacık bölgesindedir. Haliç ne kadar tarih kokuyorsa, Kavacık yerleşkesi de o kadar modernizmin ve stratejik konumun temsilcisidir.
Avrupa’dan Asya’ya geçişin ilk durağında bulunan bu devasa kampüs, tam anlamıyla bir “yaşam alanı” olarak tasarlanmıştır. İçerisinde öğrencilerin barınma ihtiyaçlarını en konforlu şekilde karşılayan yurt binaları, modern amfiler, derslikler ve gençlerin enerjilerini atabilecekleri geniş spor kompleksleri bulunur.
Ancak Kavacık’ı asıl öne çıkaran unsur, bünyesindeki ileri teknolojiyle donatılmış araştırma merkezleridir. Burası, teorik bilginin teknolojiyle buluştuğu, Ar-Ge çalışmalarının yürütüldüğü bir bilim üssü niteliğindedir. Şehrin ana arterlerine olan yakınlığı sayesinde ulaşım kolaylığı sağlarken, sunduğu imkanlarla öğrencilerin kampüsten çıkmadan tüm ihtiyaçlarını karşılayabilmelerine olanak tanır.
İstanbul Medipol Üniversitesi’nin eğitim modelini diğerlerinden ayıran en kritik faktörlerden biri, kuruluş köklerinde yatan “sağlık” önceliğidir. Tıp, diş hekimliği, eczacılık ve sağlık bilimleri gibi alanlarda okuyan öğrenciler için en büyük sorun, staj ve uygulama yapacak yer bulmaktır.
Üniversite, bu sorunu kendi bünyesindeki devasa sağlık kompleksiyle çözmüştür. Öğrencilerin pratik derslerini işledikleri, stajlarını yaptıkları ve mesleğe ilk adımlarını attıkları yer, üniversiteyle organik bağı bulunan Medipol Üniversitesi Hastanesi’dir. Bu entegrasyon sayesinde öğrenciler, sadece kitaplardan okuyarak değil; bizzat hastaya dokunarak, ameliyathaneyi görerek ve deneyimli hocalarıyla vizite çıkarak mesleği öğrenirler. Bu durum, mezunların iş hayatına “tecrübeli” birer aday olarak başlamalarını sağlar.

“Medipol Üniversitesi’nin sahibi kimdir?” sorusunun cevabı tek bir isimden ibaret değildir. Bu kurumun sahibi, kuruluş senedinde imzası bulunan TESA Vakfı’nın vizyonu, Dr. Fahrettin Koca’nın eğitim idealleri ve bu çatı altında yetişen binlerce gencin geleceğe dair umutlarıdır.
Evrensel değerlere bağlı, özgür düşünceyi savunan, bilimi rehber edinen ve sürekli gelişimi hedefleyen bir nesil yetiştirme amacı, kurumun en büyük sermayesidir. Haliç’in tarihi atmosferinden Kavacık’ın modern laboratuvarlarına uzanan bu eğitim yolculuğu, Türkiye’nin yükseköğretim vizyonuna değer katan özgün bir hikaye olarak varlığını sürdürmektedir. Aileler ve öğrenciler için bu hikayenin bir parçası olmak, sadece bir okula kaydolmak değil, köklü bir geleneğe ve parlak bir geleceğe adım atmak anlamına gelir.
Yorum Yaz